24 Temmuz 2015 Cuma

Doğurganlık düğmesi keşfedildi!

Bilimadamları, doğurganlık düğmesi gibi hareket eden bir enzim keşfetti.

Doğurganlık düğmesi keşfedildi!
İngiliz bilimadamları, doğurganlık düğmesi gibi hareket eden bir enzim keşfettiklerini açıkladılar.  Imperial College London Üniversitesinden bilimadamlarının yaptığı, sonuçları Nature Medice dergisinde yayımlanan araştırmada, SGK1 enziminin yüksek seviyelerinin, kısırlıkla bağlantısı olduğu, söz konusu enzimin düşük seviyelerinin de düşük olasılığını artırdığı tespit edildi.
Şu anda Warwick Üniversitesinde çalışan, araştırma ekibinin lideri Jan Brosens, araştırmanın bulgularıyla, doğurganlık ve düşük tedavilerinde yeni yaklaşımlar ortaya koyulabileceğini belirterek, gelecekte tüp bebek yöntemine geçmeden önce rahim duvarını SGK1 enzimini bloke eden ilaçlarla tedavi edebileceklerini söyledi.
 Jan Brosens ayrıca diğer bir potansiyelin de SGK1 enzimini seviyelerini yükselterek, doğum kontrolünü sağlama olabileceğini kaydetti.
Araştırma çerçevesinde, nedeni belirsiz kısırlık veya tekrarlanan düşükler nedeniyle tedavi edilen 106 kadının bağışladığı, rahim duvarından alınan doku örnekleri incelendi.
Kısırlık tedavisi gören kadınların rahim duvarlarında SGK1 enzimi yüksek, tekrarlayan düşükler yapan kadınlarınkinde ise düşük seviyelerde tespit edildi.
Dünyada çocuk doğurma yaşındaki insanların yüzde 9 ila 15’inin kısırlık sorunu yaşadığı biliniyor.

23 Temmuz 2015 Perşembe

Çocuğun obez olup olmayacağı öngörülebilir

Doğumdan sonra yapılacak basit bir hesaplamayla, çocuğun obez olup olmayacağı öngörülebilir.

Çocuğun obez olup olmayacağı öngörülebilir
Doğumdan sonra yapılacak basit bir  hesaplamanın, çocuğun obez olup olmayacağı hakkında bilgi verebileceği  belirlendi.
 
Finlandiyalı, İtalyan ve Amerikalı çocukların doğumdan sonraki verilerini  inceleyen Philippe Froguel liderliğindeki uluslararası ekip, yeni doğan  bebeklerin daha sonra obez olma riskinin ne kadar olduğunu gösteren basit bir 
”formül” geliştirdi.
 
Froguel ve ekibi, 1986’da doğan 4 bin çocuğu ergenlik dönemine kadar  izledi. Bilimadamları, gebelikten önce anne ve babanın vücut kitle endeksi,  annenin gebelikte ne kadar kilo aldığı ve sigara içip içmediği, ailedeki çocuk  sayısı, bebeğin kaç kilo doğduğu gibi elde edilmesi kolay veriler sayesinde  çocuğun daha sonra obez olup olmama riskinin öngörülebileceği sonucuna vardı.
 
İstatistiklerin çıkarılmasından sonra bilimadamları, formülü Excel  programına aktardı.
 
Araştırmaya imza atanlardan Philippe Froguel, formülü oluşturan verilerin  her birinin çocuklardaki obezitenin bilinen risk etkenlerinden olduğunu ancak ilk  kez bu verilerin birlikte doğumdan itibaren çocuğun obez olup olmama riskini  öngörmek amacıyla kullanıldığını vurguladı.
 
Bilimadamları daha sonra çalışmalarını, bin 500 İtalyan ve bin ABD’li  çocuk üzerinde doğruladı.
 
"Plos One” dergisinde yayımlanan araştırmada bilimadamları, etkinliğini artırmak için formülün ülkelere uyarlanması gerektiğine de dikkati çekti.
 
Bilimadamları sağlık çalışanlarının risk grubundaki kişilere  odaklanmasıyla teşhis ve tedavi maliyetinin düşürülebileceğini belirtti.

Kan şekerine dikkat!

Kan şekerindeki ani değişimler anne karnında bebek ölümlerine neden olabilir.

Kan şekerine dikkat!
Anne adaylarının hamilelik süreci boyunca karşılaşabilecekleri önemli rahatsızlıklardan biri diyabet. Anne kadar bebek için de tehlikeli bir durum olan hamilelik diyabeti hakkında uzmanlar uyarıyor: “Kan şekerindeki ani değişimler anne karnında bebek ölümlerine neden olabilir. Bu nedenle hamilelik döneminde uygulanan beslenme programı çok önemli.”
Gebelikte Diyabet, Beslenme ve Tarama Testleriyle Kontrol Altında Tutulmalı

Gebelikte en sık görülen medikal hastalıkların başında Gebelik Diyabeti geliyor. Gebelik Diyabeti, insülin eksikliği, insülin direnci veya her ikisi sonucu gelişen glikozun kan düzeyindeki artışı ile (hiperglisemisi) kendini gösteriyor. Gebelerin yaklaşık yüzde 2’sinde, üreme çağındaki kadınların ise yaklaşık yüzde 1’inde diyabet gözlemleniyor.

Çeşitli sebeplerle kan şekeri seviyesinin ayarlanamadığı bir hastalık olan şeker hastalığı (Diabetes Mellitus)’na, bazen kandaki şekeri dengeleyen insülin hormonunun yetersizliği bazen de yokluğu neden olur. Ortaya çıkış nedenleri değişse de belirtileri, çok yemek yeme, sık idrara çıkma, çok su içmedir. Central Hospital’dan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Aslı Alay Uğur: “Şeker hastalığı bazen ilk kez gebelikte ortaya çıkar. Buna gestasyonel diyabet yani gebelik şekeri denir. İster önceden şeker hastası olsun ister hamilelikte şeker tanısı konsun, gebelikte beslenmeye çok dikkat edilmesi gerekiyor. Kan şekerindeki ani değişimler anne karnında bebek ölümlerine neden olabilir. Bu nedenle hamilelik döneminde uygulanan beslenme programı çok önemlidir.” diyerek gebelikte beslenmenin önemini vurguluyor.

Opr. Dr. Aslı Alay Uğur, tarama testlerinin önemine dikkat çekerek anne adaylarının hamilelik sürecinde tarama testi yaptırması gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: “Diyabetik gebelerde ayrıntılı ultrasonografi ve ayrıntılı fetal kalp incelemesi yapılmalı. Bebeklerde nöral tüp defekti yani sinir sistemi gelişim problemleri sıklığı artacağı için gebelerin tarama testlerini (ikili, dörtlü ) mutlaka yaptırmaları gerekiyor.”


Sadece Çay Şekeri Değil, Karbonhidratlı Besinler De Şekere Dönüşür

Anne adayının kan şekerinin dengede kalabilmesi için yediği besinlerin şeker miktarının önemli olduğunu dile getiren Central Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Deniz Şafak ise: “Sadece çay şekeri olarak bildiğimiz şeker değil; ekmek, pilav, makarna gibi karbonhidratlı besinler de parçalanıp şekere dönerler. Bu nedenle yemek seçimlerine dikkat edilmelidir.” diyor.

Dyt. Deniz Şafak, şeker hastalığı olan anne adaylarının beslenme şekillerinin nasıl olması gerektiği konusunda şunları söylüyor: “Diyabette ana öğünlerin dışında ara öğünler de önem taşır, kan şekerini dengeler. Ara öğünlerde seçtiğimiz besinlerin içeriği tek başına karbonhidrat olmamalı, yanında mutlaka proteinli bir besin de almak gerekir. Proteinli yiyecekler karbonhidratın kana geçmesini yavaşlattır. Ekmeğin yanında peynir, meyvenin yanında süt, pilav-makarnanın yanına ayran veya yoğurt uygun olur. Bu şekilde kan şekerini kontrol etmek daha kolay olacaktır. Diyabet hastaları, karbonhidratların türüne dikkat etmeli. Beyaz ekmek, pirinç, makarna gibi kan şekerini hızlı yükseltecek besinler yerine kepekli ekmekler, tam tahıllı ekmekler, kepekli pirinç veya makarna, bulgur daha uygun besinler. Bunlar ayrıca lifli–posalı oldukları için kana geçişleri yavaştır. Hamilelikte çok sık görülen kabızlık şikayeti için de iyi birer yardımcıdırlar.”

Dyt. Deniz Şafak, şeker metabolizmasının yağ ile birebir ilişkili olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Fazla yağlı besinleri tüketmemek gerekir. Yalnız hiç yememek de doğru değil. Bu kez yağda eriyen A, D, E, K vitaminleri vücutta emilemez. Yemekler ayçiçek, soya, mısırözü gibi bitkisel sıvı yağlarla; salatalar zeytinyağı veya fındıkyağı ile hazırlanmalı. Yağlar ne kadar sağlıklı olursa olsun fazlası hem şeker hem de kan kolesterolü için tehlikeli olabilir.”

Şeker hastaları için meyve seçiminin önemli olduğunu belirten Dyt. Deniz Şafak, et tüketimiyle ilgili de hastaları uyarıyor: “Muz, şeftali, üzüm, kayısı gibi çok şekerli meyvelerin yerine elma, armut, portakal, mandalina, greyfurt, erik gibi daha az şekerli meyveleri seçmeli ve yanında mutlaka süt- yoğurt ürünü tüketmek gerekir. Şeker hastalarının günlük et tüketimi yaklaşık 150-200 gr. kadar olmalı ve etler yağsız olarak uygun pişirme yöntemi olan ızgara, fırın veya tencere yemeği şeklinde hazırlanmalı.”  diyor.

Meyve Suyu Tüketmeyin

Diyabet hastalarının sıvı ihtiyaçlarının fazla olduğunu vurgulayan Dyt. Deniz Şafak ekliyor: “Bu ihtiyacı en iyi su karşılayacaktır. Meyve suları tercih edilmemelidir çünkü çoğu şeker içerir. Bitki çaylarının seçimi doğru yapılmalıdır. Ihlamur, kuşburnu gibi çaylar uygundur. Bu çaylara şeker kullanmamak gerekir. Hamilelik döneminde her türlü katkıdan uzak durulduğu için tatlandırıcı kullanmamalıdır.”

Piyasada şeker hastalarına uygun birçok diyabetik ürün bulunduğunu belirten Şafak, ürünleri almadan önce etiketleri iyice okumak gerektiğini söylüyor: “Hamileler için uygun katkılar içermeyebilirler. Bu nedenle beslenme uzmanına veya doktora danışmadan bu ürünler kullanılmamalıdır.”

Annelerin ‘eşsiz rahatlatma yeteneği’

Kanada’da yapılan bir araştırma, annelerin, bebeklerinin ağrılarını dindirme konusunda doğal bir yeteneğe sahip olduğunu ortaya koydu.

Annelerin ‘eşsiz rahatlatma yeteneği’
Montreal’deki McGill Üniversitesi Hemşirelik Okulu’ndaki uzmanlar, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde tutulan bir grup bebek üzerinde yaptıkları araştırmada, bebeklerin topuklarından kan örneği alınması sırasında ebeveynlerinin kucaklarında sergiledikleri hareketleri ve yüz ifadelerini inceledi.
Bebeklerin, işlem sırasında anne ve babalarının kucaklarındaki tepkilerini ayrı ayrı gözlemleyen uzmanlar, bu tepkilere bebeklerin rahatsızlık derecelerine göre 0’dan 21’e kadar puan verdi.
Baba kucağında ağrıya tepkileri 8,6 civarında puanlanan bebeklerin, anne kucağında bu rahatsızlıklarının 1,4 puana kadar düştüğü gözlendi. Ebeveynlerinin kucaklarında geçirdikleri ilk bir dakikanın ardından, bebeklerin tepkileri değişiklik göstermedi.
Araştırmanın, annelerin sahip olduğu ‘eşsiz rahatlatma yeteneğini’ gösterdiğini ifade eden uzmanlar, "Bu araştırma, bebeğin anneyle temasının, kendisiyle ilgilenen başka insanlara oranla çok daha benzersiz bir rahatlama sunduğu tezini destekliyor. Erkeklerin sahip olduğu farklı fiziksel özellikler, özellikle de göğüs bölgeleri, bebeklerin onları ‘doğal birer bakıcı’ gibi algılamalarını engelliyor olabilir" dedi.

Bebeklerin alt temizliğinde hijyen uyarısı

Bebeklerde iyi yapılmayan alt temizliği idrar yolu enfeksiyonuna, bu da ilerde böbrek yetmezliğine yol açabiliyor.

Bebeklerin alt temizliğinde hijyen uyarısı
Çocuk Nefroloji Derneği Başkanı ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Oğuz Söylemezoğlu, bebeklerin alt temizliğinde hijyenin önemli olduğunu belirterek, iyi yapılmayan alt temizliğinin idrar yolu enfeksiyonuna, bunun da ilerde böbrek yetmezliğine yol açabileceği uyarısını dile getirdi.
Prof. Dr. Söylemezoğlu, en önemli görevi kanı temizlemek olan böbreğin bu işlevini ‘glomerül’ denilen, kan damarlarından oluşan bölümü sayesinde yerine getirdiğini söyledi.
Bu hayati organdaki glomerül adı verilen bölümün işlevini yerine getirmemesinin, kanın süzülememesi sonucunu doğurduğunu, böylece böbrek yetmezliği geliştiğini ifade eden Söylemezoğlu, son dönem böbrek yetmezliği görülen hastaların yüzde 15’inin rahatsızlığının glomerüler hastalıklardan kaynaklandığına işaret etti.

Bu oranın çocuklarda daha yüksek olduğunu bildiren Söylemezoğlu, "Böbrek yetmezliğinde, glomerüler hastalıklar yetişkinlerde 3., çocuklarda 2. sıradaki sebep" dedi.
“İdrar yolu enfeksiyonları ile böbrek yetmezliği ilişkili”
Çocukluk çağındaki idrar yolu enfeksiyonları ile böbrek yetmezliğinin yakın ilişkisi bulunduğuna işaret eden Söylemezoğlu, "Çocukların yüzde 1-4’ü bu yaş döneminde idrar yolu enfeksiyonu geçirir. Bunun en önemli belirtisi ateştir. Erken teşhis ve tedavi edilmez, sık da tekrarlarsa ileride böbrek yetmezliği gelişebilir. Bu nedenle küçük yaşlarda yüksek ateşin nedenleri arasında idrar yolu enfeksiyonu da araştırılmalıdır" diye konuştu.
Bebeklerde alt temizliğinde hijyene dikkat edilmesinin, olası idrar yolu enfeksiyonlarının önüne geçebileceğini anlatan Söylemezoğlu, özellikle dışkı temizliğine önem verilmesi gerektiğini belirtti.

Mesane altındaki idrarın dışarıya çıkışını sağlayan ‘üretra’ denilen kısmın daha kısa olduğu kız çocuklarında riskin erkeklere göre fazla olduğuna işaret eden Söylemezoğlu, "Alt temizliği iyi yapılmayan çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu ortaya çıkabilir. Çocukluk çağındaki böbrek yetmezliğinin en önemli nedenlerinden biri idrar yolu enfeksiyonlarıdır" şeklinde konuştu.
Çocukluk çağı böbrek yetmezliğinin bir diğer nedeninin ise idrarın mesaneden geri kaçmasına neden olan yapısal bozukluk olduğunu kaydeden Söylemezoğlu, "Vezikorenal reflü denilen bu hastalıkta idrar mesaneden kaçıp böbreğe döner. Kronik böbrek yetmezliğinin önlenmesi açısından bunun da tedavi edilmesi gerekir" dedi.

Büyüme hormonu tedavisi, kısa boylu çocukları uzatıyor

Uluslararası bir araştırmanın sonuçlarına göre, büyüme hormonu tedavisi, 33 ile 37. hafta arasında (prematüre) doğan kısa boylu çocukları uzatıyor.

Büyüme hormonu tedavisi, kısa boylu çocukları uzatıyor
Clinical Endocrinology & Metabolism dergisinde yayımlanan araştırmada, büyüme hormonu tedavisinin ilk yıllarında prematüre doğan kısa boylu çocukların boylarında ve kilolarında önemli gelişmelerin görüldüğü belirtiliyor, ancak bu tedaviyle ilgili uzun dönem çalışmaların halen gerekli olduğuna dikkat çekiliyor.
Araştırmayı yapan bilim insanlarından Brezilya’nın Curitaba kentindeki Klinik Hastanesinde çalışan Margaret Boguszewski, yeni doğanların yaklaşık yüzde 10’unun prematüre dünyaya geldikleri, ilerlemiş perinatal bakım sayesinde bu bebeklerin çoğunun hayata tutundukları  bilgisini verdi. Bundan dolayı günümüzde bu bebeklerin gelişimlerine ve büyümelerine odaklanıldığını belirten Boguszewski, perinatal bakımdaki tüm ilerlemelere rağmen prematüre doğan bazı çocukların yaşıtlarına göre kısa boylu kaldıklarına işaret etti.
Boguszewski ve meslektaşları, bu tür çocuklar için büyüme hormonunun yardımcı olabileceğini düşünerek prematüre doğmuş ortalama yaşları 6 ila 7,5 olan kısa boylu çocuklar üzerinde yaptıkları klinik deneylerde, tedavinin ilk yıllarında bu çocukların boy ve kilolarında önemli artış tespit ettiler.
Boguszewski, araştırmanın sonucunda, prematüre doğmuş kısa boylu çocuklardan, büyüme hormonuyla tedavinin ilk yılında iyi yanıt aldıklarını bildirerek, tedavinin güvenliği açısından ve uzun dönemdeki etkilerinin saptanabilmesi için başka çalışmaların da yapılması gerektiğini önemle vurguladı.

Kızların DNA’sı otizme karşı koruyor

Ayrı yumurta ikizleri arasında yapılan bir araştırma kız bebekleri otizme karşı koruyan DNA yapısının söz konusu olabileceğini ortaya çıkardı.

Kızların DNA’sı otizme karşı koruyor
Otizmin görülmesinde genlerin önemli rol oynadığı teorisi yeni değil. Ancak kızların genetik yapısı gereği otizme karşı korundukları düşünülüyor.

Harvard Halk Sağlığı Okulu tarafından yapılan araştırmada otizmin neden erkeklerde daha fazla görüldüğü incelendi. Otizmin erkeklerde görülme oranı kızlara göre 5 kat daha fazla.
Araştırmalar sonucunda kız bebeklerin otizme karşı bir çeşit genetik korumayla doğduğu sonucuna varıldı.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Goldwell Inner Effect Dökülme Önleyici Sampuan 250 ml

Goldwell Inner Effect Dökülme Önleyici Sampuan 250 ml
Goldwell Inner Effect Regulate Dökülme Önleyici Sampuan 250 ml

ÖZELLIKLERI & FAYDALARI
? Dökülmeye meyilli, zayif saçlar için idealdir.
? Saç derisini etkin biçimde temizleyerek sonraki tedavilere hazir hale getirir.
? Saç derisindeki kan dolasimini hizlandirir.
? Var olan saçlari güçlendirirken yeni saç olusumunu destekler.
? Saçlara ekstra doku katarak dolgun ve enerjik görünmesini saglar.
? Tamamlayici ürünlerle birlikte kullanildiginda uzun ömürlü, etkin sonuçlar saglar.
? Dökülme problemi yasayan tüm saç tipleri için kullanilabilir.
? Günlük kullanima uygundur.


UYGULAMA
? Nemli saça masaj yaparak uygulayin.
? Köpürterek tüm saça yayin.
? Bir dakika boyunca saçta bekletin ve iyice durulayin.
? Gerekirse islemi tekrarlayin.
? ile dökülme tedavinize devam edin.

Bebekler müziği nasıl algılıyorlar?

Yetişkinler müzik dinlediğinde etkin hale gelen beynin sağ bölümünün, yeni doğan bebeklerin tümünde de harekete geçtiği görüldü.

Bebekler müziği nasıl algılıyorlar?
İtalya’nın Milano kentindeki Vita-Salute del San Raffaele Üniversitesinden bilim adamları, 1-3 günlük 18 bebeğe uyurken 3 parça dinletti. İlk parçada notalar uyumluydu. İkinci parçada bazı notalar bir ton üstten çalınmıştı ve üçüncü parçada notalar arasında uyum yoktu. Bebekler bu parçaları dinlerken, beyin filmleri çekildi.
Yetişkinler müzik dinlediğinde etkin hale gelen beynin sağ bölümünün, yeni doğan bebeklerin tümünde de harekete geçtiği görüldü. İkinci ve üçüncü parça dinletildiğinde ise beynin sağ bölümünün daha az etkin hale geldiği ve sol bölümün harekete geçtiği belirlendi.
Bilim adamlarına göre bu sonuçlar, yeni doğan bebeklerin doğumdan sonraki ilk saatlerden itibaren müziği algılama becerisine sahip olduğunu, ayrıca notalar arasındaki uyumsuzluğu ve ton farklarını anlayabildiklerini gösteriyor.

Prematüre bebeğin yaşayacağı olası sorunlar

Bağışıklık sistemi, antikor geçişi ve organ gelişimi tam olarak tamamlanmayan prematüre bebekleri, pek çok sağlık sorunu bekliyor.

Prematüre bebeğin yaşayacağı olası sorunlar
Bilgi Grup Yayıncılık’tan çıkan, Prof. Dr. İpek Akman’ın yazdığı ‘Sevgiyle Büyü Prematüre Bebek’ kitabı, prematüre bebeği ve yaşayacağı olası sorunları tanımanın yollarını anlatıyor. Ayrıca ailelere bakımla ilgili bilgiler ve tavsiyeler veriyor. Prematüre bebek; solunum, merkezi sinir ve dolaşım sistemi, kalp, göz, işitme, enfeksiyon sorunları yaşayabiliyor. Yani eve dönüş yolunda bebeği bekleyen pek çok sağlık sorunu var.
Respiratuvar Distres Sendromu: Prematürelerde en sık görülen akciğer hastalığı. Sürfaktan yetersizliğe bağlı olarak gelişiyor. Sürfaktan, akciğerlerdeki hava keselerine yayılan ve bu keselerin açık kalmasına yarayan bir madde. Hava keselerinin açık kalması, akciğerlerden kan dolaşımına oksijen iletilmesi ve vücuttan karbondioksit uzaklaştırılması için gerekli. Bebeğin solunumuna yardımcı olabilmesi için ventilatöre (solunumu destekleyen cihaz) bağlanması gerekebilir. Eksik sürfaktan ilaç olarak verilir. Çoğu bebek, 5-7 günün sonunda oda havasında nefes almaya başlar.
Periventriküler lökomalazi: Bebeklerde anne karnında, doğumda veya doğumdan sonraki erken günlerde kan akımının ve oksijen miktarının azalmasına bağlı olarak beyin hasarı olabilir. Periventriküler lökomalazi, beyin sıvısının dolaştığı boşlukları çevreleyen beyin dokusunun yumuşaması ki bunun da nedeni, buradaki dokunun ölmesi. Erken dönemde hiçbir bulgu göstermez, gelişmesi 3-4 haftayı bulabilir. Hastalık, bebeğin beyin dokusunun resminin alınmasını sağlayan USG ve MR ile araştırılır. Özel bir tedavisi yok. Kalıcı hasar bırakıp bırakmadığı bebeğin fiziksel ve zihinsel gelişiminin takip edilmesiyle anlaşılır.
Patent Duktus Arteriosus: Bu damar, fetüste aortla akciğer atardamarları arasındaki bağlantıyı sağlar. Bebek doğup oksijenli ortama geçince bu damar büzülür ve kapanır. Prematüre bebeklerin bir kısmında bu damar kapanmaz ve kalbin iş yükü artar. Bebek solunum zorluğu çeker, dolaşımı bozulur ve kalbi büyür. Bu damarın kapanması için bazı ilaçlar verilir. Olguların yüzde 85’i ilaçla kapanır, kapanmayanlarsa ameliyat edilir.  
Nekrotizan Enterokolit: Prematüre bebeklerin en önemli bağırsak hastalığı. Tam gelişemeyen bağırsaklar, kan dolaşımındaki değişikliklere ve enfeksiyonlara duyarlı hale gelir. Bağırsak dokusu zarar görebilir ve delinme oluşabilir. Bu durumda beslenme kesilir, bebek damardan beslenir. Mideye yerleştirilen tüp, mide ve bağırsaktaki fazla havayı, sıvıyı boşaltır. Antibiyotiğe başlanır. Sorun, bağırsağın üç yüzündeyse vücut zamanla bunu onarır. Bağırsak duvarındaki delinmeler, ameliyat gerektirebilir.
Prematüre Retinoplastisi: Erken doğan bebeklerde retina tabakasındaki damarlar yeterince gelişemez ve bu süreç tamamlanmaya devam eder. Bebeğe yaşaması için verilen oksijen de gözdeki damarların anormal gelişmesine yol açar. Beş farklı evresi olan hastalıkta, birinci ve ikinci evreler tedavi gerektirmez. Üçüncü evrede lazer tedavisi yapılır. Dört ve beşinci evrelerdeyse cerrahi işlem uygulanır.
İşitme kaybı: Doğum ağırlığı bin 500 gr.’dan az olan, solunum cihazına bağlanmış, kan değişimi ve menenjit geçiren bebekler işitme kaybı için yüksek risk grubunu oluşturuyor.
Enfeksiyonlar: Prematüre bebekler, bağışıklık sistemleri gelişmediğinden ve antikor ge  çişleri tamamlanmadığından doğum kanalından geçerken veya yoğun bakımda enfeksiyon kapabilir. Bebeklerin hemen antibiyotikle tedavi edilmeleri gerekir yoksa enfeksiyon hızla ilerleyerek ölüme yol açabilir.
Kansızlık: Bebek, doğumla oksijenli ortama hızlı geçiş yapar. Bu  durum, kan üretimini azaltır. Prematüre bebeklerde bu tablo, daha ağır seyreder. Sorun, bebeğe kan verilmesiyle çözülmeye çalışılır. Ayrıca ilaçlarla korunma sağlanır .

Çocuğunuzun sebze sevmesi için gebeyken bol sebze tüketin

Çocuklarının sebze sevmelerini isteyen annelerin, hamilelik döneminde bol bol sebze tüketmeleri gerektiği bildirildi.

Çocuğunuzun sebze sevmesi için gebeyken bol sebze tüketin
Philedelphia’da yapılan araştırma ile, ana rahmindeyken bebeklerin sağlıklı gıdalarla ilgili damak tadının geliştirebileceği belirlendi.
Araştırmacılar, Pediatrics dergisinde yayınlanan çalışmalarında, tat duygusunun amniyo sıvısı yoluyla anneden bebeğe geçtiği sonucuna vardılar.
Araştırmanın başkanlığını yapan Julie Mennella, "Vanilya, havuç, sarımsak, nane, anoson gibi tatların amniyo sıvısına veya anne sütüne geçtiğini" söyledi.
Araştırmacılar,sarımsak veya şeker kapsülleri verilen gebelerin amniyo sıvısını inceleyerek, doğumdan önce bu tatların bebeğin hafızasında yer edip etmediğine baktı.
Araştırma kapsamındaki hamile kadınlar üç gruba ayrıldı. Birinci gruptan hamilelik döneminde, ikinci gruptan da emzirme döneminde her gün havuç suyu içmeleri istendi. Son gruba ise havuçtan tamamen uzak durmaları söylendi.
Doğan bebekler katı gıda almaya başladığında, bebeklere su veya havuç suyu ile yapılmış tahıl verildi. Sonuç olarak, amniyo sıvısı veya anne sütü yolu ile daha önce havuçla tanışmış bebeklerin, havuçlu tahılı daha çok sevdikleri belirlendi.

Bebeklere besinler ayrı ayrı yedirilmeli

Besin-tat ilişkisini doğru kurabilmeleri için,bebeklere yiyeceklerin karıştırılarak değil, ayrı ayrı yedirilmesi gerektiği bildirildi.

Bebeklere besinler ayrı ayrı yedirilmeli
Besin-tat ilişkisini doğru  kurabilmeleri için, bebeklere yiyeceklerin karıştırılarak değil, ayrı ayrı  yedirilmesi gerektiği bildirildi.
Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyet  Ünitesi Başdiyetisyeni Kibar Gültekin Kurt, AA muhabirine yaptığı açıklamada,  bebeklerde ek besine yedinci aydan itibaren başlanması, ilk besinler arasında ise  yoğurt, meyve suyu gibi gıdaların olması gerektiğini belirtti.
 
Ek besinlerden günde sadece birinin verilmesini öneren Kurt, ”Bu  besinler bir tatlı kaşığı kadar ve başka bir gıdayla karıştırılmadan, bebek açken  verilmeli” dedi. Kurt, bebeklerin beslenmesinde ilk yapılması gerekenin, tadını  tanıması ve sevmesi açısından besinlerin tek tek verilmesi olduğunu vurguladı.
 
En çok yapılan beslenme yanlışlarından birinin, kahvaltıdaki besinlerin  karıştırılarak verilmesi olduğunu dile getiren Kurt, şunları kaydetti:
 
”Burada asıl hedef bebeği beslemektir ancak bebeğiniz yetişkinler gibi her besini ayrı ayrı yiyebiliyorsa, böyle yedirmeye devam edilmelidir. Çünkü en  doğru beslenme şekli budur. Ama çocuk besinleri tek başına almıyorsa, tadı  birbirine uyumlu olan yiyecekler karıştırılarak da verilebilir. ”
 
Kibar Gültekin Kurt, ek besinlerin asla temel besin olan anne sütünün  yerini tutmayacağını ve bunlar verilmeye başlandıktan sonra alerjen bir durumun  gelişip gelişmediğinin de sürekli kontrol edilmesi gerektiğini aktardı.
         
”Anne besinleri karıştırarak veriyorsa, bunu yavaş yavaş bırakmalı”
Besinleri karıştırarak yedirmenin, çocukların besin-tat ilişkisi  kurabilmesini olumsuz etkileyeceğini belirten Kurt, ”Anne ilk başta gıdaları tek  tek yedirerek bunların tadını çocuğuna öğretmeli. Anne besinleri karıştırarak  veriyorsa da, bunu yavaş yavaş bırakmalı. İlk verilen yiyeceklerin de hafif  pütürlü verilmesini öneriyoruz çünkü sürekli akışkan gıda yiyen çocuk, pütürlü  gıdayı aldığında sevmeyebilir ve böylece beslenme bozukluğu ortaya çıkabilir”  ifadelerini kullandı.
 
Ailelerin en çok pekmezle yoğurdun karıştırılıp karıştırılmayacağını  sorduğunu belirten Kurt, demir ve kalsiyum barındıran yiyeceklerin bir arada  verilmemesi gerektiğine işaret ederek, ”Demir ve kalsiyum emilirken  birbirleriyle yarış halindeler, bunları karıştırdığımızda birbirlerinin emilimini  olumsuz etkiliyor, ayrı ayrı verilmesi daha çok tercihimiz. Sütle pekmez ya da  yoğurtla pekmez, bu gıdalardan...” dedi.
 
Baydiyetisyen Kurt, beslenmede asıl önemli olanı, 4 besin grubunun bir  arada alınması şeklinde açıklayarak, bunların süt ve yoğurt, sebze ve meyve,  tahıl ile et grupları olduğunu vurguladı.
 
Bu gıdaların sofrada bir arada bulunması gerektiğini dile getiren Kurt,  çocuklara bir yaşından önce kesinlikle bal yedirilmemesi gerektiğini, balın  içerisinde bulunan bir toksinin çocukları zehirleyebileceğini sözlerine ekledi.

21 Temmuz 2015 Salı

Yalancı şaşılık mı? O da nedir demeyin!

Şaşılığın gözlerin tam karşıya bakarken paralel olmaması olarak adlandırıldığını belirten, Hisar Intercontinental Hospital Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Ali Sipahier, bu durumun her bir gözdeki 6 kasın birinin ya da birkaçının düzgün fonksiyon görmemesinden kaynaklandığını belirtti.

Yalancı şaşılık mı? O da nedir demeyin!
Sipahier, göz kaymaları içe, dışa aşağıya ya da yukarıya doğru görülebilir, şaşılık doğumsal olabileceği gibi düzeltilmeyen kırılma kusurlarına (miyop, hipermetrop, astigmat), göz kaslarının anomalilerine, nörolojik hastalıklara ve travmaya bağlı olarak da ortaya çıkabileceğini vurguladı.
GEÇECEK DİYE BEKLENMEDEN DOKTORA BAŞVURULMALI!…
Yalancı şaşılık ise; bebeklerde sık olarak izlenen burun kökü basıklığı özellikle yan bakışlarda içe kayma izlenimi ortaya çıkarabilir. Yüz asimetrisi ve göz kapağı anomalilerinde de görülebilen bu duruma yalancı şaşılık ya da kayma adı verilir. Yalancı kaymalarda herhangi bir tedavi uygulanmaz. Hisar Intercontinental Hospital Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Ali Sipahier,  şaşılık konusunda yanlış bilinen bir inanış “çocuk belli bir yaşa gelinceye kadar kaymanın normal olabileceğidir”.dedi. Gerçek olan her türlü kaymanın patolojik olduğudur. Doğumsal katarakt, göz içi tümörleri gibi sebepler de gözde kayma oluşturabileceği için şüpheli durumlarda derhal bir göz hekimine başvurmak gerekir.
ŞAŞILIĞIN EN YAYGIN NEDENİ DÜZELTİLMEMİŞ KIRILMA KUSURLARIDIR…
Gözlük kullanılması: Şaşlığı en yaygın görülen nedeni düzeltilmemiş refraksiyon(kırılma) kusurlarıdır. Özelikle 2-3 yaş civarında ortaya çıkan bu tür kaymaların tedavisinde mutlaka gözlük kullanılması gerekir. Gözlükle hem görme kalitesi yükselir hem de çoğunlukla kayma ortadan kalkar.  Şaşılık tedavisinin uzun süren zahmetli bir tedavi olduğu unutulmamalıdır.
Kapama tedavisi: Şaşılığa ya da iki göz arasında numara farkına bağlı göz tembelliği gelişen olgularda mutlaka uygulanması gereken bir tedavidir.
Ortoptik tedavi: Görme yeteneğini ve üç boyutlu görme hissini arttırmak amacıyla uygulanan tedavilerdir.
Cerrahi: Refraksiyon kusuruna bağlı olarak gelişmeyen ya da gözlük ile istenilen seviyede düzeltilemeyen kaymalarda uygulanan bir yöntemdir. Cerrahi tedavi gözlükten kurtulmak için yapılan bir tedavi değildir. Ameliyat sonrası gerekiyorsa gözlük kullanılmaya devam edilir.

Balık burcu bebekler hayalperest

19 Şubat – 20 Mart arasında doğan bebekler Balık burcundadır. İşte balık burcunun genel özellikleri…

Balık burcu bebekler hayalperest
Yaratıcı ve hayal günü geniş olan balık burcu saatlerce yıldızları seyredebilir.

Bebekliklerinden itibaren sevgi gösterilerinden çok hoşlanacaklardır. Sürekli kucakta gezdirmeniz, öpmeniz ve sarılmanız gerekebilir.
Mantıktan çok içgüdüleriyle hareket eden balık burcunun ayaklarının yere basmasını sağlamalısınız.

Duygusal olarak çok hassastır ve konuşurken kurulan cümleler özenle seçilmelidir. Beğenmedikleri yiyecekleri onlara vermek bile incinmelerine neden olabilir.

Balık burcunun ebeveynleri kendilerini korumaları ve incindiklerinde nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda eğitilmelidir.

Çalışan anneler, mükemmelliği değil mutluluğu hedefleyin!

Roller arasında sıkışıp kalan kadınlar, hangi role öncelik vereceği konusunda ise çoğu zaman bir karmaşa yaşıyor. Bu süreçte ise kadını duygusal anlamda en fazla annelik rolü yıpratıyor. Üsküdar

Çalışan anneler, mükemmelliği değil mutluluğu hedefleyin!
Son yıllarda iş hayatında daha sık yer alan kadınların yaşadığı rol çatışmaları da günlük hayatı biraz daha meşakkatli hale getiriyor. Eş, ev hanımı ve anne rollerini de iş hayatıyla birlikte sürdüren kadınlar hayatlarında zaman zaman aksaklıklar ve sorunlar yaşayabiliyorlar. Roller arasında sıkışıp kalan kadınlar, hangi role öncelik vereceği konusunda ise çoğu zaman bir karmaşa yaşıyor. Bu süreçte ise kadını duygusal anlamda en fazla annelik rolü yıpratıyor. Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, roller arasında çatışma yaşayan annelere önemli önerilerde bulundu.
Çalışan kadın rolünün yanında iyi bir de anne olabilme gayretinde olan kadınlar, çocuklarının yanında olamadıkları için çoğu zaman suçluluk duygusu yaşasa da sahip oldukları rollerin sorumluluklarını yerine getirebilmek adına yoğun çaba harcarlar. Bu tempo birçok kadının şikâyetçi olduğu durumdur aslında. Her biri pek çok rol arasında sıkışıp kalmaktan dert yakınır. Yoğun tempo arasında çocuklarını ihmal ettiklerini düşünen anneler çocuklarının her istediğini yaparken bazen de geri kalan tüm vakitlerini onlara ayırdıklarını görebiliriz. Hele eş sorunları ve annenin işiyle ilgili sorunları da var ise sorun daha da işin içinden çıkılmaz hale gelebiliyor.
 
Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği Uzman Psikoloğu Aynur Sayım, doğumun ardından izin süresi biten annenin bir takım kaygılar yaşadığını, bazı sorulara ise cevaplar aradığını vurguluyor. Sayım bu konuların başında ise “Çocuğumdan nasıl ayrılırım, o bensiz ne yapar, başkası ona benim gibi bakabilir mi, ben yanında olmayacağım için çocuğum çok etkilenir mi?” gibi endişeler geldiğini belirtiyor. 
 
Kadının bu endişeyle işe başladığının altını çizen Sayım, asıl önemli olanın annenin olaylara yaklaşımı ve çocukla kurduğu ilişki şeklinde olduğunu kaydediyor. Sayım’a göre eğer anne çocuğuna karşı çok korumacı, kaygılı bir anne ise çocuk da bu kaygıyı alıyor. Eğer anne sakin kalabiliyor ve işe dönme sürelerini kademeli olarak artırabiliyorsa ideali bu oluyor. 
 
Çocuğun ancak bu durumda kendini güvende hissedebileceğinin altını çizen Sayım, ayrılma kaygısı olan çocuklarda anneden ayrılamama, anne giderken ağlama, sonrasında agresivite, uyum güçlükleri gibi birtakım sorunların görülebileceğini ifade ediyor. Sayım bu sorunların tamamen anne-çocuk ilişkisinden kaynaklandığını da söylüyor. 
 
Çocuğun anneye güvenli bağlanmasının önemine dikkat çeken Uzm. Psk. Aynur Sayım ilk 3 yaşın önemini vurguluyor. 
 
Birliktelikte nicelik değil nitelik önemli 
“İlk 3 yaş anneye güvenli bağlanma açısından kritik dönemdir. Sağlıklı anne-çocuk ilişkisi sürekli birlikte olmak demek değil, birlikte oldukları zaman dilimlerindeki sağlıklı ilişki demektir. Ve çocuğu değişimlere yavaş yavaş adapte etmektir. Yani anne, çocuğu 6 aylıkken işe dönecekse bakım verecek kişiye bir bağlanma oluşması için daha erken dönemde aynı ortamda bulunmalıdır. Ve kendi stres yönetimini başarabiliyor olması gereklidir. Bu dönemde annede depresyon gelişebilmektedir. Bu konuda bir uzman yardımı almak anneyi rahatlatacaktır.”
 
Çalışma zamanı gelmeden annenin çocuğundan kısa sürelerde ayrılmalarda bulunması gerektiğinin altını çizen Sayım, bu ayrılmaların anneanne, babaanneye bırakmalar şeklinde olabileceğini kaydediyor. 
Çocuk çok küçükse bu şekilde alıştırılmanın doğru olacağını vurgulayan Sayım, büyük çocuklarda ise sözlü sözlerle durumu anlatmanın yeterli olacağını belirtiyor. Bu noktaya kadar sürecin sağlıklı işlemesiyle sorunların yaşanmayacağını ifade eden Sayım, eğer sorun çıkıyorsa bunun nedeninin hatalı tutumlar olduğunu dile getiriyor. 
 
Anne kadar babanın da bu süreçte önemli olduğunu belirten Sayım; “Olumlu ve gerçekçi düşünerek ‘Önemli olan benim çocuğuma doğru davranmam. İyi bir anne olmam hep çocuğumun yanında olmam değil, ona karşı davranışlarıma bağlı’ düşüncesini benimseyerek, anne bu süreci yönetebilir. Anne bu konuda zorlanıyorsa yardım istemeli ve yardım almalıdır.”
 
Bu süreçte anne kaygılı mı ya da anne her şeye yetişme çabasının içinde gerçekten çocuğu duygusal olarak ihmal ediyor mu? Bunların araştırıp çözümlenmesi gerektiğini kaydeden Sayım çocuklarla kurulacak en iyi iletişim dilinin ise onlarla geçirilen süre ve bu sürede birlikte yapılan aktiviteler olduğunu hatırlatıyor. 
 
Sayım, çocuk sahibi olmadan önce eşlerin kurdukları aile içindeki rolleri, birbirleriyle olan ilişkilerini gözden geçirmeleri ve şu soruları kendilerine sormaları gerektiğini vurguluyor.
 
* Aile bireyleri özgüven ve bağımsızlık duygusu olan kişiler mi?
* Kendi aralarında yaşanan problemleri çözme becerisini oluşturabildiler mi?
* Dışarıdan gelen olumsuz etkilerden sıyrılıp aile bütünlüklerini koruyabiliyorlar mı?
* Eşler arasında birbirlerinin gelişmesini destekleyen sevgi dolu bir ilişki var mı?
* Sorumluluk alma duygusuna sahipler mi?
* Doğru iletişim dilini kullanıyorlar mı?
* Birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar mı? 
* Aileye yeni katılacak çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılamaya hazırlar mı?
* Eşler birbirlerine değer veriyorlar mı?
* Ebeveynlik becerilerine sahipler mi?

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Aybit - Paket Servis Programı + Caller ID 2 Hatlı + Pos Yazıcı

Aybit - Paket Servis Programı + Caller ID 2 Hatlı + Pos Yazıcı

Ürünümüze Caller ID 2 Hatlı cihazımız ve USB Pos yazıcımız da dahildir. 
Aybit - Paket Servis Programı, paket servis üzerine çalışan, kebapçılar, pizzacılar vb. işyerleri için geliştirilmiş bir uygulamadır. Müşteriniz sistemde kayıtlı telefonlardan aradığı anda ekrana müşteri bilgileri gelir. Sipariş satış ekranından hızlı bir şekilde müşterinin siparişlerini kaydedebilirsiniz. Yapmanız gereken sadece sipariş edilen ürün adetlerini belirtmeniz. Siparişe ait bilgileri (adres, tutar vb.) yazıcı çıktısı alarak dağıtıcıya verebilirsiniz. Müşterilerinize toplu sms gönderebilirsiniz.
  • Paket servis siparişlerinizde adres karışıklığına son
  • Müşterilerinizden her telefon sonrası adres almanıza gerek kalmaz
  • Sipariş verilen ürünleri doğru ve eksiksiz alın
  • Bebek mamaları sandığınız kadar masum değil

    Beyin gelişiminden, bağışıklık sisteminin güçlenmesine kadar pek çok faydası olan anne sütünün yetmediği noktalarda, annelerin imdadına koşan bebek mamaları sanıldığı kadar masum değil.

    Bebek mamaları sandığınız kadar masum değil
    Çocuk Doktoru ve Alerji Uzmanı olan Prof. Dr. Yonca Tabak; inek sütü proteinin çocuklarda çok sık alerji geliştirdiğini belirterek, anne sütü yetmediği durumlarda tercih edilen bebek mamalarının büyük bölümünün içeriğinde de inek sütü olduğuna dikkat çekiyor. 
    Genel ortalamalara göre bebeklerin anne sütü ile besleme süresi doğumdan itibaren 4 ay sürüyor. Bu süre içinde bazen sütün yetmemesi bazen de bebeğin doymadığı endişesi, anneleri bebek mamalarına yönlendiriyor Anne sütüne adapte edilmiş bu mamaların büyük bir bölümü aslında, çocukların çok kolay alerji geliştirdiği, inek sütünden imal ediliyor.
     
    İnek Sütü Proteini Alerjiye Neden Olur
    Prof. Dr. Yonca Tabak;  inek sütü, içerdiği protein çeşidi nedeniyle çocuklarda çok sık alerji gelişmesine neden olan bir gıdadır diyor. Tabak, bu durumun çocuklarda yansımasının ise alerjik egzama ve sindirim sistemi problemleri olduğunu belirtiyor.
    Yonca Tabak, alerjik egzamanın bebeklerde cilt kuruluğu, yanaklarda pütürleşme ve bazen yaralara varan döküntüye neden olabileceğine dikkat çekiyor. Alerjik egzamanın bebeklerde ciddi anlamda kaşıntı yapabileceğini söyleyen Tabak, sözlerine bebeklerde kaşıntının neden olacağı stresin huzursuzluk ve gece uykusunda sorunlara yol açabileceğini vurgulayarak devam ediyor: “İnek sütüne karşı gelişen bu alerji, bazı çocuklarda ise sindirim sistemini tutarak; kusma, ishal hatta gizli reflüye neden olabilir. Gizli reflü olan çocuklarda tekrarlayan bronşitler, ses kısıklığı gibi şikâyetler ile kendini gösterebilir. Bu durumun ileride astıma çevirme riski vardır. “ diyor.
     
    Anne Sütünün İkamesi Yok 
    Yonca Tabak, bebek için en ideal besinin anne sütü olduğunu söyleyerek, anne sütü aldığı dönemde bebeklere, mümkün olduğunca inek sütünden yapılmış mama verilmemesi gerektiğinin altını çiziyor. 
     Tabak, anne veya babada alerjik hastalık hikâyesi varsa, çocuğunda potansiyel olarak alerjik olabileceğini belirterek,  anne sütü verilirken annenin beslenme düzeninden de inek sütünün çıkarılmasını öneren çalışmalar olduğunu ifade ediyor. 
     
    Keçi Sütü ve Soya Sütü Alternatif Değil
    Prof. Dr. Yonca Tabak alternatif olarak önerilen sütlere de değinerek, “Keçi sütü veya soya sütü inek sütüne benzer sütlerdir. Bunlar inek sütü alerjisinde alternatif olarak kullanılamazlar.”  diyor. Tabak; anne sütünün yetmediği ve bebek maması takviyesinin zorunlu olduğu alerjik çocuklarda,  ailelere;  süt proteini içermeyen özel mamaları tercih etmelerini öneriyor.

    Evdeki tartışmalar bebeğin beynini etkiliyor

    Tartışmalara "maruz kalan" bebeklerin beyin gelişiminin etkilendiği belirlendi.

    Evdeki tartışmalar bebeğin beynini etkiliyor
    6-12 aylık 20 bebek, uyku saatlerinde laboratuvara getirildi. Uyurken bebeklere çok sinirli, sinirli, mutlu ve nötr tonda anlamsız cümleler dinletildi, beyin görüntüleri incelendi.

    Tona bağlı olarak bebeklerin beyin faaliyetlerinin değiştiği görüldü.

    Çok sinirli tonu duyan bebeklerin, stres ve duygu denetimiyle ilgili beyin bölgesinde fazla hareketlilik belirlendi.

    Daha önce hayvanlar üzerinde yapılan araştırma, beynin bu bölgelerinin, erken dönemdeki stresten etkilediğini göstermişti.

    Araştırmacılar, sonuçların çocuklarda da benzer durumun varlığını gösterdiğini belirterek, bebeklerin anne ve babanın tartışmalarından habersiz olmadığını vurguladı.

    Yenidoğanların cilt bakımı

    Doğumdan sonraki ilk dört haftayı kapsayan yenidoğan döneminde kullanılan deri bakımı ürünleri parfüm, boya ve zararlı etkileri bilinen kimyasallar içermemeli.

    Yenidoğanların cilt bakımıAmerikan Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Dr. Deniz Akkaya, yenidoğanların cilt bakımıyla ilgili bilgi verdi: “Bebek ve çocukların derisi, hem yapısal, hem de işlevsel olarak, erişkinlerden farklı. Ergenlik dönemine kadar deri ve deri ekleri henüz tam olgunlaşmamış haldedir. Derinin bazı tabakalarının daha ince, deriden su emilmesinin ve kaybının daha hızlı  olması, derideki doğal nemlendirici faktörlerin daha az seviyede bulunması, çeşitli hücrelerin işlevlerini tam anlamda yerine getirememesi ve deri yüzey alanının vücut ağırlığına oranla fazla olması nedeniyle bebek ve çocuklar daha hassastır. Böylece derinin doğal bariyer fonksiyonunun bozulmasına, güneş ışınlarının zararlı etkilerine, temasa bağlı tahriş ve alerji gelişimine veya kullanılan ürünle ilaçların deriden emilmesine bağlı toksik etkilerin ortaya çıkmasına daha yatkındır. Yani ailelerin, bebeklerinin bakımlarına ekstra özen göstermesi gerekir.
    Uyum sürecindeki sorunlar geçici
    Doğumdan sonraki ilk dört haftayı kapsayan yenidoğan dönemi, bu farklılıkların en belirgin izlendiği süreçtir. Bu dönemde deride görülen farklı döküntülerin büyük kısmı, dış dünyaya uyumla ilgili gelişen zararsız ve kendiliğinden gerileyen tablolardır. Örneğin dudaklarda emmeye bağlı küçük, su toplamış kabarcıklar izlenebilir. Vücudun farklı alanlarında kısa süreli ve geçici renk değişiklikleri, yüzle  gövdede küçük kırmızı kabarcıklar, sarı yağ   noktacıkları, küçük sivilceler ortaya çıkabilir.
     
    Bunlar, çoğunlukla normal kabul edilir. Ancak gerilemeyen, vücudun büyük bölümünü kaplayan döküntü varlığı ya da bu bulgulara ateş, genel durum bozukluğu eşlik etmesi halinde doktora başvurulmalı. Hayatın ilk birkaç haftasında deride ince bir soyulma olması da normal ancak ciltte aşırı kuruluk, sürekli ve yoğun soyulma durumunda iktiyoz grubu hastalıklar ve çeşitli sendromların değerlendirilmesi gerekir.
     
    Bakım ürünlerinin içeriğine dikkat!
    Vücudumuzun en büyük organı deri, pek çok farklı işleve sahip. Deri bakımının, özellikle yenidoğan döneminde, dikkatli yapılması önemli. Yenidoğan derisinin geçirgenliği fazla, pH derecesi yüksek, deri katları arasındaki bağlantıları zayıf ve kalınlığı erişkinlere oranla beş kat daha ince. Bu nedenle kullanılan cilt bakımı ürünleri parfüm, boya ve zararlı etkileri bilinen  kimyasallar içermemeli. 
     
    Göbek bağı temizliği
    Bebeğin ilk banyosu genellikle göbek bağı düştükten sonra yaptırılır. Göbek bağı genellikle 5-10 gün içeresinde düşer. Bu alanın mikroplardan korunması için doktor tarafından önerilen, alkol veya iyot içermeyen bir antiseptik solüsyon kullanılmalı. Solüsyonla bölgenin temizlenmesi ve beze bağlı tahrişi engellemek amacıyla göbek altından aşağı doğru kıvrılarak  kapatılması uygun olur.
     
    İdeal su sıcaklığı
    Bebeklerin banyo suyu daima ılık (37 derecenin altında) olmalı, ortam ısısıysa 21-22 derecede tutulmalı. Banyolar, 5-10 dakikadan uzun sürmemeli. Temizleme, sünger ya da lif gibi aşındırıcılar kullanılmadan yapılmalı. Saçlar ince, seyrek ve kısa olduğundan, vücut için kullanılan temizleyicinin saçlar için de kullanılması uygun. Ancak konak oluşumu varlığında banyodan birkaç saat önce saçlı deriye nemlendirici yağ uygulaması sonrasında yine konak oluşumunu engelleyen, göz yakmayan bir şampuan tercih edilebilir. Banyo sonrasında ısı kaybını engellemek için bebek, hızla ılık ve kuru bir havluya sarılmalı, tamponlanarak kurulama yapılmalı ve gerekirse uygun nemlendiriciler sürülmeli.  
     
    Nemlendiriciler, banyodan çıktıktan sonra    ilk üç dakika içinde uygulandığında daha etkili olur. Banyoların akşam saatlerinde, uyku öncesi yapılması, bebeğin daha huzurlu uyumasını sağlar.  İlk aylarda, haftada 2-3 kez yıkama yeterli.  İlk aylardan sonra günlük olarak banyo veya  duş yapılabilir.
     
    Bez bölgesinin bakımı
    Sürekli olarak kapalı kalan bez bölgesi,  tahriş ve yaralanmalara karşı çok hassastır, özel bakım gerektirir. İdrar ve dışkının deriye teması ve bölgenin sürekli kapalı kalması pişik oluşumunu kolaylaştırır. Bu nedenle sık bez değiştirilmesi ve bölgenin havalandırılması önemli. Temizlik için idrar sonrasında ılık su ve yumuşak pamuklu bezle önden arkaya doğru, sürtmeden, tamponlayarak silme ve sonrasında yine tamponlayarak    kurutma yapılması gerekir. 
     
    Dışkıdan sonra bölge, yumuşak bir temizleyiciyle yıkanmalı. Ev dışındaki ortamlarda bez değiştirirken, pratik olması açısından parfüm içermeyen ıslak mendiller kullanılabilir. Temizleme ve kurulamanın ardından, bölgede kızarıklık gelişmesi durumunda, çinko oksit içeren pomatlar veya saf katı vazelin  kullanılabilir. 
     
    Uygun bakıma karşın birkaç gün içinde iyileşmeyen kızarıklık varlığında, bez bölgesinde döküntüye  neden olan diğer nedenlerin araştırılması ve uygun  tedavinin düzenlenmesi için doktora başvurulmasında fayda var.” 

    Etiketler yanıltıcı olabilir

    Bebek ve çocuk cilt bakımında kullanılan ürünlerin özenle seçilmesi gerekir. Temel olarak bir ürünün, tahriş veya alerji yoluyla egzama gelişimine neden olmaması, deriden emildiğinde toksik etkilere yol açmaması hedeflenmeli.

    Etiketler yanıltıcı olabilir
    Amerikan Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Dr. Deniz Akkaya, bebek ve çocuk ürünlerindeki tehlikeler hakkında uyarıda bulundu: “Birçok ülkede kozmetik ürünler, belirli düzenlemeler çerçevesinde yoğun denetim ve testlere tabi tutulur. Böylece deriye uygulandığında, kansere yol açan veya oluşumunu kolaylaştıran, mutasyon yapan, üreme sağlığı üzerinde olumsuz etkiler gösteren, toksik etkilere sahip bir maddenin, ürünlerin  bileşimine eklenmesi engellenir. Ancak etiketlerin üzerindeki ‘dermatolojik olarak test edilmiştir’, ’koruyucu içermez’, ‘pH dengeli’, ‘doğal/organik’ gibi tabirler,  maalesef her zaman bu ürünlerin, iddia edilen özellikleri taşıdığı anlamına gelmez.
     
    Terimler kafa karıştırıyor
    Doğal içerikli birçok madde, hassas bireylerde alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Aynı şekilde tahriş edici özellikteki bir madde, organik tarım yöntemleriyle üretilmiş olsa da, hâlâ tehlike saçabilir. Doğal/organik/biyolojik terimleri sadece, ürün bileşiminde kullanılan hammaddelerin, çeşitli sertifika sistemlerine uygun olarak üretildiğini ifade eder. Kozmetik ürünlerin tamamının, aslında kimyasal olduğu ve hatta kimyasal bileşimlerinde en yaygın kullanılan maddenin, yeryüzünün en doğal maddesi olan su olduğu gerçeği unutulmamalı.
     
    Ayçiçek yağı  daha faydalı
    Doğal olduğu için tercih edilen zeytinyağı gibi oleik asit miktarı yüksek yağlar, bilinenin aksine bebek derisini tahriş edebilir, su kaybını artırabilir, nemlendirmek yerine daha çok kurutabilir. Badem ve fındık yağı, alerjiye, egzamaya neden olabilir. Nemlendirici olarak, güvenirliği kanıtlanmış ayçiçek yağı kullanılabilir. Linoleik asit bakımından zengin ayçiçek yağı, deriyi nemlendirmenin yanı sıra inflamasyonu baskılayıcı özellik gösterdiğinden, konak ve çocukluk çağı egzamasında da tercih  edilebilir. 
     
    Parabenler: Meme kanseri gelişimine yol açabileceği öne sürüldü ancak bu iddia, çeşitli çalışmalarla çürütüldü. Yine de bebeklerde deriden emilim daha fazla olacağından, paraben içeren deri bakım ürünlerinden uzak durmakta fayda var. 
    Sulfatlar: Şampuan, sıvı sabun, duş jeli gibi ürünlerde, temizleme ve köpürmeyi sağlar. Güvenlidirler ve bilinen kanser yapıcı etkileri yok ancak hassas deriye sahip bireylerde tahriş edici özellik gösterebilirler.
    Vazelin ve sıvı parafin: Ham petrolün damıtılmasıyla elde edilen bu ürünlere, mineral yağlar da denir. Bunlar, kişisel bakım ürünleri, kozmetikler ve hatta yiyeceklerde katkı maddesi olarak kullanılır. Deriye uygulandıklarında, tahriş edici veya alerjik etkilere yol açmazlar. Kapatıcı etkileri sayesinde nem kaybına engel olarak derinin nemli kalmasını sağlarlar. Açık yaralara uygulandığında tabaka oluşturarak, mikro-organizmaların deriye girişine engel olurlar. Yenidoğanlar da dahi güvenle kullanılabilirler. Piyasadaki pek çok bebek yağı, parfüm eklenmiş mineral yağlardır. Yutulduklarında emilmeden sindirim sisteminden geçerek dışkıyla atılır. Hatta bu etkileri nedeniyle kabızlık tedavisinde de kullanılır. Yani çocuğun parmağını emmesiyle bir miktar mineral yağı yutmuş olmasında sorun yok. 
    Ancak yüksek miktarda mineral yağın, sindirim sistemi yerine akciğerlere ulaşması sonucunda bir çeşit  zatürre gelişebilir. Kapatıcı etkileri nedeniyle deriye bol miktarda uygulanmaları, çok terleyen bebek ve çocuklarda isilik oluşumunu tetikleyebilir.
     
    Güneş koruyucuları
    D vitamini sentezi üzerine olumsuz etkileri ve ‘fazla kimyasal’ içermeleriyle gündeme gelen güneşten koruyucu ürünler, kimyasal ve fiziksel koruyucular olarak ikiye ayrılabilir. Kimyasal koruyucular, deriden emilerek, emilen güneş ışınlarıyla  reaksiyona girerek etki gösterir. Çocuklar için daha uygun olan, fiziksel koruyucularsa deriden emilmez. 
     
    Titanyum dioksit ve çinko oksit, fiziksel güneş filtreleridir. Bunlar deri üzerinde kalın ve beyaz bir tabaka oluşturur, güneş ışınlarının tümünü etrafa yansıtarak işlev görür. Gözlere kaçması veya yutulmasıyla ciddi bir sorun oluşturmaz. D vitamini sentezi için sadece yüz ve kolların açıkta kaldığı giysilerle, haftada  üç kez, 10-15 dakika süreyle güneş altında kalmak yeterli.”

    19 Temmuz 2015 Pazar

    Çalışan annelerin hayatlarını kolaylaştıracak öneriler

    DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü, çalışan annelerin iş yaşamı ve annelik rolü arasında sıkışıp kalmamaları için hayatlarını kolaylaştıracak çözüm önerileri sunuyor.

    Çalışan annelerin hayatlarını kolaylaştıracak öneriler
    Günümüzde kadınların, aile bütçelerine katkıda bulunmak, ekonomik özgürlüklerini kazanmak, kariyer yapmak, yeni bir çevre edinmek, eşinin yanında kendini daha iyi bir konumda hissetmek, eğitim aldığı bir alanda meslek sahibi olmak gibi pekçok nedenle iş hayatında aktif rol aldıklarını görüyoruz. Aynı anda pekçok role sahip olma zorluğunun üstesinden gelebilmeleri için çalışan annelere çok önemli ipuçlarını; DBE Davranış Bilimlere Enstitüsü Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık Merkezi Klinik Psikoloğu Aslı Kızıltoprak Tuna veriyor…
    “İyi bir iş kadını, anne, eş ve evlat olmaya çalışmak gibi aynı anda pek çok rolü mükemmel yapmak zorunluluğunda hissetmek, içinde bulunulan şartları ve sınırları zorlamak çalışan kadını zamanla yıpratmaya başlar ve beraberinde pek çok sorunu getirir. Bu rollerin belki de önemlisi ve çalışan kadını en çok zorlayacak olanı ‘annelik’ rolüdür. Çalışma hayatının hem anne hem de çocuğu üzerinde olumlu ve/veya olumsuz etkileri olacaktır.
     
    Çalışan kadının karşılaşabileceği sorunlar anne olmaya karar vermesi ile başlayabilir. Çalışma hayatı ve çocuk sahibi olmak arasında bir seçim yapmak zorunluluğunda hisseder. Eğer kariyerine devam etmeyi seçerse, annelik hissinden mahrum kalacağını düşünür ve çevrenin özellikle de aile büyüklerinin baskısı ile bu süreç daha zorlayıcı ve yıpratıcı olabilir. Eğer anne olmaya karar verirse, bunca yıl aldığı eğitim ve edindiği birikimlerin boşa gideceğini düşünerek kendini değersiz hissetmeye başlayabilir. Bir diğer seçenek ise anne olduktan kısa bir süre sonra kariyerine geri dönerek hem iş kadını hem annelik rollerini bir arada sürdürmeye çalışmaktır. Çalışma yaşamını da bırakmak istemeyen bu kadınlar, annelik yaşını olabildiğince ileri çekmek ve çocuk sayısını sınırlı tutmak isterler.”
     
    Çocuğuma kim bakacak?
    “Çalışmaya başlayan annenin ilk karşılaşacağı sorunlardan biri, bebeğine ya da çocuklarına kimin, nasıl bakacağıdır. Bu çalışan annenin yaşayabileceği ilk kaygıdır. Anne ve bebek arasında sağlıklı bir ilişkinin, güvenli bir bağın oluşabilmesi için ilk birkaç ay annenin bebeği ile birlikte olması, onu emzirmesi, aralarında fiziksel temasın olması bebeğin duygusal, fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından çok önemlidir. Bir süre sonra iş hayatına geri dönen annenin bebeğini bırakmak için aklına gelebilecek en güvenilir kişiler anneanne ve babaannelerdir. Burada önemli olan, bebeğe bakacak olan kişinin, mümkünse çocuk yuvaya başlayana dek (3 yaşlarına kadar) değişmemesidir. Özellikle ilk 1-1,5 yıl bakımı üstlenen kişinin sürekliliği ve bakılan mekanın sabit olması  (mümkünse kendi evi) çocuğun kişiliğinde güven duygusunun oluşması açısından çok önemlidir. Çocuğun bakımını üstlenebilecek bir diğer kişi ise güvenilir, iyi referansı olan bir bakıcıdır.” 
     
    Suçluluk duygusu…
    “Çalışan annelerin sıklıkla karşılaştığı bir diğer sorun ise suçluluk duygusudur. Anne her ne kadar elinden geldiğince çocuğu ile ilgilenmeye, ona vakit ayırmaya çalışsa da, çocuğunu evde bir bakıcı ya da bir aile büyüğü ile bırakmak zorunda kalan, tüm bakımı ile ilgilenemeyen, ona yemek yapamayan bir anne, kendini yetersiz hissetmeye başlayacaktır. Bu yetersizlik hissi beraberinde “suçluluk duygusunu” da getirecektir ki bu duygu ile anneler her akşam eve ellerinde bir oyuncakla gelmeleri muhtemeldir. Vicdanını rahatlatmak, kendini daha iyi hissetmek ve suçluluk duygusunu az da olsa azaltabilmek için sürekli hediye almak zamanla anne için de çocuk için de bir rutine dönüşecektir.” 
     
    Her şey mükemmel olmalı inanışından vazgeçin!
    “Yetersizlik hissi ‘Ben yeterince iyi bir anne değilim’ düşüncesinden kaynaklanmaktadır. ‘İyi anne’ olmayı, ev işleriyle uğraşıp çocuğu ile evde ilgilenmek olarak gören anneler yanlış bir algıya düşmektedir. Çünkü şayet çalışan anne, çocuğuna dengeli ve yeterli bir şekilde ilgi, sevgi ve bakımı gösteriyor ise çocuk sağlıklı bir duygusal ve sosyal gelişim göstermektedir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki bu annelerin çocukları bağımsız, sorumluluk sahibi, başarılı ve güvenli bireyler olarak yetişmektedir. 
     
    Çalışan annenin karşılaştığı bir diğer sorun ise aşırı sorumluluk yüklenmesi, hem zihinsel hem de fiziksel olarak yorgun olmasından kaynaklanarak, işten eve dönüşte çocuğuna yeterince zaman ayıramama kaygısıdır. Çalışan anneler iş yüklerini çevrelerindeki kişilerden özellikle babalardan destek alarak biraz hafifletebilirler. Hayatlarında öncelik verecekleri işleri sıraya koyup organize edebilirler. Önemli olan annenin çocuğu ile geçirdiği sürenin uzun olması değil, kaliteli olmasıdır. Önemli olan öpmek, kucaklamak, sarılmak, çocukla duygularınızı paylaşmak, onun da duygularını ifade etmesine fırsat vermek, yardımcı olmaktır. Hediyeler yerine sevgi ve ilgi vermek, onunla birlikte vakit geçirmek çocuğunuzu tatmin edecektir. 
     
    Her şeyin mükemmel olması gerektiği inanışınızdan vazgeçin. ‘Bunlara da yetişmeliyim’, ‘Şunları da yapmalıyım’ gibi cümleleri, yani -meli –malı’ları hayatınızdan çıkarın. ‘İyi’ ve ‘yeterli’ bir anne olduğunuza inanın. Çocuğunuzla aranızda sağlıklı, sevgi ve güvene dayalı bir ilişki kurulmuş ise etkili bir iletişim kurabiliyor, karşılıklı olarak birbirinizi dinliyor ve duygularınızı açıkça ifade edebiliyorsanız. Siz mutluysanız, onun da mutlu olmaması ve iş yaşamınızdan olumsuz yönde etkilenmesi için hiçbir sebep yoktur.”